Yola inanırım ben. Yola inanan, yoldaşlığa da inanır. Belki de yoldaşlığa olan inancından, ihtiyacından yola inanır insan. Tanrı'ya iyi bir yol çizmesi için yakarmanın içinde iyi bir yoldaş nasip etmesi de vardır. Bir yumurta-tavuk ilişkisi, anlamak yıllar alır, yollar alır, bazen yoldaşlar da alır. Alır götürür... Yoldaşımdı o benim. En güzel günlerimin ona da değmesi için dua ederdim ve her döndüğümde arkamdaydı, dualarım değerdi bilirdim. Aynaya baktığımda kendi yüzümün gölgesinde onun güzel yüzü vardı. Nedensiz mutsuzluklarımın bitiş noktasında gülüşü ve bölüşmek için beklediği keyfi vardı. Omzunda ağlamanın basit tabirlerine değinmeyeceğim, o bizzat omzumdu zaten. Yüklenirim. Bir parçam daima ona güvenirdi, geri kalan parçamsa ona inanan kendime. Tek başımıza beş para etmedik ki. Etseydik dünyaya dostumuzla birlikte düşmezdik ki... Dostumdu.
Hayatımı bir başkasıyla birleştirmeye karar verdim. Ailemi, dostlarımı, günlerimi, geleceğimi, ellerimi, kalbimi ve yumurtalıklarımı hatta, paylaşmaya karar verdim. Aynı yolda yürüdüklerime bir gönül eşi kattım, sevdayı tattım. Özeldi. Yıllar, yorgunluklar getiriyor. Geçimde kaygı, farkta saygı, taşta duygu yaratıyor-muş meğer.
Yaşadım da öğrendim; değişiyor gelişiyormuş insan. Öğreniyor, unutuyor, bağışlıyor, pişman oluyor, değer veriyor, değerleniyormuş, öldüm de öğrendim. Aynı yatak, aynı sofra, aynı kaygılar, aynı mutluluklar, aynı hüzünler, koca bir aile, koca birer kalp birbirine süründükçe kıvılcım saçan. Çok sevmiştik. Çok seviştik. Ve dünyanın en büyük mucizesi, bir yol buldu kendine, ondan benim rahmime. Anne olmak... Yeniden aşık olduysam bundan. Dünyanın en kutsal hediyesini alan tüm minnetler kadınlar gibi. Ama gerisi tüm şanslı kadınlar gibi değil. Bir yuvar yaparken, erkek kuş fark etmeden incelikleri, dostum vardı. Bir hayal kurarken, erkek düşünmeden üstüne, dostum vardı. Bir gerçeği işlerken, erkek uzağındayken detayların, dostum vardı. Evlenirken, eşlenirken, anneleşirken, pişerken, soğurken yeniden, düşerken yere ve yükselirken göğe, dostum hep vardı. Ailemin bir köşesinde ve çoğunlukla başımın üstünde. Anne oldum demiş miydim? Tanrı'nın bir mucizesini kucakladım acılar içinde. Daha fazla sevecek bir şeyim ve daha fazla sarılacak hayalim kalmadığını? Çocuktan al derler ya haberi, hayatımın haberini ondan aldığımı ya da? Söylemiş miydim? 'Babam, teyzemi dudağından öptü' dediğinde sahip olduğum tek mucize, hayal gücüne sevineyim mi üzüleyim mi bilemediğimi hatırlıyorum. Tüyleri diken diken eden bu sahneyi de hangi filmde görmüştü! Televizyon saatlerini daha da azaltmalı, kadınla erkek arasındaki ilişki hakkında vakitlice konuşmalıydım onunla. Yalnızca anne babalar dudaktan öperlerse birbirlerini, yaşı şimdilik bu kadarını öğrenmeye müsaitti. Sevgililiği de büyüyünce öğrenecekti ve ben onun o günlerini de görecektim, gözlerim doluverdi. Babasıyla teyzesinin böyle bir şeyi masum bir çocuğun ağzından duysalar da kırılacaklarını anlatamazdım ki ona. Yaptığının yanlışlığını bilmeli ama kendini suçlu da hissetmemeliydi. Ahh benim güzel çocuğum, iftirayla gerçek arasındaki o ince çizgiyi benden önce fark etmen ne acı....
Ahh benim narin çocuğum, sevdiklerinin birbirini sevmesinde gördüğün kötülük için ne kadar da erkendi... Yanılmıyordu, çok geçmeden öğrenecektim. Hayatımın her anının inşaasında benden çok emeği olan dostum, benden önce bile vardı. Kocam için! Hayat arkadaşım için... Aralarındaki engelleri benimle gölgelemişlerdi. Bir arada olmak için beni paravan seçmişlerdi. Dostum, sevdiği adamın seviştiği ve birlikte yaşadığı beni kıskanacak kadar dahi ciddiye almamıştı yıllar içinde. Beni, sevdiği adama resmi yollardan sahip olduğum halde tehlike olarak görmemişti. Beni saf dışı bırakmaya dahi çalışmamıştı. Benim hayat arkadaşımdan, kendi canı gibi emindi. Kendi kirli aklı kadar. Kendi kararmış kalbi kadar emindi.
Ve aptallık, başlarda potluk yapacak mı diye tedirginlik yaratan ama zamanla üzerime cuk oturan bir elbise gibiydi. Giymiştim ve aynalara bakınca beğenmiştim kendimi. Geride bıraktım onları. Utançlarıyla bıraktım, utanırlarsa. Yediklerimi kustum ve yürüdüm kendi yoluma. Eridim, kaşık gibi kalan suratımla yeni aynalara bakmayı seçtim. Hayal gücüne hayra yormadığım, bilmese ve anlamasa da en az benim kadar aldatılan mucizemde, evladımla. Yol benim. Yol benim, yoldaş benim. Yarı yolda bırakmayanı da vardır bir yerde. Ya da gerçekten benimle çıkan yola. Vardır bir yerlerde. Yürüdüğüm yolu altımdan çekmeyen ve adımlarımı geri sardırmayacak asla. Biliyorum yola inandıkça yoldaşa da inanmak lazım. Dünüm gitti, yarınım lazım. Mucizem yanımda, gerçeğim lazım. Aklım başımda, kalbim de lazım. Zaman bu, yollar açar, yoldaşlar katar soluma. Geride kalanlara ise var bir çift sözüm; yolunuz yönünüze yakışır olsun, yolum yönüme alışık olsun.
Yol ve Yoldaş
Yola inanırım ben. Yola inanan, yoldaşlığa da inanır. Belki de yoldaşlığa olan inancından, ihtiyacından yola inanır insan. Tanrı'ya iyi bir yol çizmesi için yakarmanın içinde iyi bir yoldaş nasip etmesi de vardır. Bir yumurta-tavuk ilişkisi, anlamak yıllar alır, yollar alır, bazen yoldaşlar da alır. Alır götürür... Yoldaşımdı o benim. En güzel günlerimin ona da değmesi için dua ederdim ve her döndüğümde arkamdaydı, dualarım değerdi bilirdim. Aynaya baktığımda kendi yüzümün gölgesinde onun güzel yüzü vardı. Nedensiz mutsuzluklarımın bitiş noktasında gülüşü ve bölüşmek için beklediği keyfi vardı. Omzunda ağlamanın basit tabirlerine değinmeyeceğim, o bizzat omzumdu zaten. Yüklenirim. Bir parçam daima ona güvenirdi, geri kalan parçamsa ona inanan kendime. Tek başımıza beş para etmedik ki. Etseydik dünyaya dostumuzla birlikte düşmezdik ki... Dostumdu.
Hayatımı bir başkasıyla birleştirmeye karar verdim. Ailemi, dostlarımı, günlerimi, geleceğimi, ellerimi, kalbimi ve yumurtalıklarımı hatta, paylaşmaya karar verdim. Aynı yolda yürüdüklerime bir gönül eşi kattım, sevdayı tattım. Özeldi. Yıllar, yorgunluklar getiriyor. Geçimde kaygı, farkta saygı, taşta duygu yaratıyor-muş meğer.
Yaşadım da öğrendim; değişiyor gelişiyormuş insan. Öğreniyor, unutuyor, bağışlıyor, pişman oluyor, değer veriyor, değerleniyormuş, öldüm de öğrendim. Aynı yatak, aynı sofra, aynı kaygılar, aynı mutluluklar, aynı hüzünler, koca bir aile, koca birer kalp birbirine süründükçe kıvılcım saçan. Çok sevmiştik. Çok seviştik. Ve dünyanın en büyük mucizesi, bir yol buldu kendine, ondan benim rahmime. Anne olmak... Yeniden aşık olduysam bundan. Dünyanın en kutsal hediyesini alan tüm minnetler kadınlar gibi. Ama gerisi tüm şanslı kadınlar gibi değil. Bir yuvar yaparken, erkek kuş fark etmeden incelikleri, dostum vardı. Bir hayal kurarken, erkek düşünmeden üstüne, dostum vardı. Bir gerçeği işlerken, erkek uzağındayken detayların, dostum vardı. Evlenirken, eşlenirken, anneleşirken, pişerken, soğurken yeniden, düşerken yere ve yükselirken göğe, dostum hep vardı. Ailemin bir köşesinde ve çoğunlukla başımın üstünde. Anne oldum demiş miydim? Tanrı'nın bir mucizesini kucakladım acılar içinde. Daha fazla sevecek bir şeyim ve daha fazla sarılacak hayalim kalmadığını? Çocuktan al derler ya haberi, hayatımın haberini ondan aldığımı ya da? Söylemiş miydim? 'Babam, teyzemi dudağından öptü' dediğinde sahip olduğum tek mucize, hayal gücüne sevineyim mi üzüleyim mi bilemediğimi hatırlıyorum. Tüyleri diken diken eden bu sahneyi de hangi filmde görmüştü! Televizyon saatlerini daha da azaltmalı, kadınla erkek arasındaki ilişki hakkında vakitlice konuşmalıydım onunla. Yalnızca anne babalar dudaktan öperlerse birbirlerini, yaşı şimdilik bu kadarını öğrenmeye müsaitti. Sevgililiği de büyüyünce öğrenecekti ve ben onun o günlerini de görecektim, gözlerim doluverdi. Babasıyla teyzesinin böyle bir şeyi masum bir çocuğun ağzından duysalar da kırılacaklarını anlatamazdım ki ona. Yaptığının yanlışlığını bilmeli ama kendini suçlu da hissetmemeliydi. Ahh benim güzel çocuğum, iftirayla gerçek arasındaki o ince çizgiyi benden önce fark etmen ne acı....
Ahh benim narin çocuğum, sevdiklerinin birbirini sevmesinde gördüğün kötülük için ne kadar da erkendi... Yanılmıyordu, çok geçmeden öğrenecektim. Hayatımın her anının inşaasında benden çok emeği olan dostum, benden önce bile vardı. Kocam için! Hayat arkadaşım için... Aralarındaki engelleri benimle gölgelemişlerdi. Bir arada olmak için beni paravan seçmişlerdi. Dostum, sevdiği adamın seviştiği ve birlikte yaşadığı beni kıskanacak kadar dahi ciddiye almamıştı yıllar içinde. Beni, sevdiği adama resmi yollardan sahip olduğum halde tehlike olarak görmemişti. Beni saf dışı bırakmaya dahi çalışmamıştı. Benim hayat arkadaşımdan, kendi canı gibi emindi. Kendi kirli aklı kadar. Kendi kararmış kalbi kadar emindi.
Ve aptallık, başlarda potluk yapacak mı diye tedirginlik yaratan ama zamanla üzerime cuk oturan bir elbise gibiydi. Giymiştim ve aynalara bakınca beğenmiştim kendimi. Geride bıraktım onları. Utançlarıyla bıraktım, utanırlarsa. Yediklerimi kustum ve yürüdüm kendi yoluma. Eridim, kaşık gibi kalan suratımla yeni aynalara bakmayı seçtim. Hayal gücüne hayra yormadığım, bilmese ve anlamasa da en az benim kadar aldatılan mucizemde, evladımla. Yol benim. Yol benim, yoldaş benim. Yarı yolda bırakmayanı da vardır bir yerde. Ya da gerçekten benimle çıkan yola. Vardır bir yerlerde. Yürüdüğüm yolu altımdan çekmeyen ve adımlarımı geri sardırmayacak asla. Biliyorum yola inandıkça yoldaşa da inanmak lazım. Dünüm gitti, yarınım lazım. Mucizem yanımda, gerçeğim lazım. Aklım başımda, kalbim de lazım. Zaman bu, yollar açar, yoldaşlar katar soluma. Geride kalanlara ise var bir çift sözüm; yolunuz yönünüze yakışır olsun, yolum yönüme alışık olsun.