Yalnızlık tartışılır. Kimin ne kadar yalnız olduğu, neden yalnız kaldığı. Yalnızlık ikiye ayrılır: seçim olanlar ve kader olanlar. Kader… Daima kafa karıştırıcı. Seçebildiğimiz yolların toplamı değil mi kader? Seçimlerimiz bizimken yaşadıklarımız neden kader… Sürekli sorular doğuran bu karmaşık konudan elimizde olmayan, seçimimiz olmayan yalnızlıklarla ayrılıyorum tam şu anda. Dayatılmış mutsuzluk ve çaresizlik düşündükçe benim içimi acıtan. Sümeyra’nın dayatılmış yalnızlığı beni bir insan olarak utandıran.
Sosyal projelerinde çalıştığım hayır kurumlarında kendini insan hayatına adamış güzel insanlar tanıdım. Bir yerlerde öyle insanların nefes aldığını bilmek beni daima umutlu kılıyor. Çok değer verdiğim bir büyüğümün sesini duydum, bir pazar akşamıydı. Bir yerlere yetişmeye çalışan sesi telefonun diğer ucunda, bir iyiliğin elinden tutmuştu bile, bir güzelliğin… Sümeyra…
Pazartesi günü için randevularımın arasına sıkıştıracağım bir iyilik rica ediyordu benden, samimiydi emrivaki yapıyorum diyordu, hayırlı bir iş için. Ne olduğunu öğrenmeme gerek yoktu, saati kararlaştırdık. Kendisinin gelemeyeceğini, tecavüz sonucu hamile kalmış bir genç kızın ki bu kız 16 yaşındaydı, muayenesini yapmamı istiyordu. Verdiği bilgiler, daha önce duyduklarıma yakın şeylerdi. Ama böyle bir şeye alışılmıyordu ki… Her defasında öfkeleniyordu insan, üzülüyor, acıyor, acıdığı için kendine kızıyordu. Sırasıyla yaptım hepsini.
Ertesi gün kararlaştırdığımız saatte, kurumdan biriyle birlikte geldi Sümeyra. Çelimsiz bir kızdı, esmer, uzun siyah saçlı, kara kaşlı kara gözlü, su gibi bir kız. Odama geçtik birlikte. Çaylarımızı içerken ona başına gelenlerin bahsini açmadım hiç. Hangi biçimde başlarsa başlasın bütün hamilelikler, anneye umut vermeliydi. Bir insanın kötü tohumları, günahsız bir annede o kötü tohumlardan bağımsız iyi bir ürün verebilirdi. Anneye umut ekmek gerekliydi. Bebekler, bir damla halinde rahmimize düşer düşmez bütün hislerimizi paylaşıyorlar bizimle, her duygunun kenarından tırtıklıyorlar biraz. Vitamini proteini tırtıklar gibi… Bizi sömürüyorlar, her anne dünyanın ilk ve tek mutlu sömürgesi…
Sümeyra’ya gebelik sürecinin nasıl gelişeceğinden, beslenmesinde nelere dikkat edeceğinden, bebeğin gelişimin nasıl izleneceğinden, doğum şeklini neyin belirleyeceğinden, olası aksiliklerden, alınabilecek önlemlerden, şaşırtıcı avantajlardan söz ettim. Dinliyordu. Hiçbir şey sormadan, ufacık bir ilgi belirtisi göstermeden. Onu anlıyordum. Zaman lazımdı.
Muayenesine başladık, ultrason bize bebeğin tam olarak kaç haftalık olduğunu söyleyecekti ve düşündüğüm kadar büyüdüyse bebek bize orada olduğunu kendi söyleyecekti. Kalp atışlarıyla… Annesine ‘ben buradayım’ diyecekti.
Ultrason görüntüsüne bakmıyor, etrafı inceliyordu. Sürprizleri severim; sesi dışarı verdim. Güm güm diye bir ses duyuldu ve Sümeyra irkildi. Şaşırmıştı, bu da neydi!
‘Bebeğinin kalbi atıyor duyuyor musun Sümeyra?’
‘Bunlar onun kalbinin mi! Benim sandım, onun mu gerçekten?’
Sorduğu ilk soruydu. Onun dedim, ne kadar güçlü değil mi… İlk defa gülümsedi. Gözlerinden yaş süzüldüğünü görebiliyordum ama sevinç mi üzüntü mü kestirmek zordu.
Yeniden odama geçtiğimizde ona cinsel terapist kimliğimden söz ettim, ekibimden, yaptıklarımızdan, dünyaya getirdiğim bebeklerden… Bana güvenebileceğinden söz ettim.
Yalnızca bebekle değil onunla ilgilenmekten de mutluluk duyacağımı söylediğimde ‘Şimdi böyle söylüyorsunuz, sonra selam vermezsiniz’ dedi. Beklediğim bir yanıt değildi ama ruh halinin en belirgin işaretiydi. Yalnızdı işte. Sümeyra yalnız bırakıldığını düşünerek taşıyordu bu bebeği. Hiçbir anne adayı yalnız olduğuna inanmamalı, içinde bir can varken hem de.
‘Şu ana dek kimler böyle söyleyip sonra selam vermedi bilmiyorum ama onlardan biri değilim Sümeyra. Telefonum 24 saat açık, olur da görüşmede ya da doğumda, ameliyatta olursam aramanı gördüğümde geri dönerim, durum acilse klinikten ya da yardımcımdan ulaşabilirsin. En az bir kişi seninle ilgilenecektir. Asla yalnız değilsin. Ve yalnız olmaman benim burda olmamla ilgili değil. Senin içinde kalbi atan minnacık bir canlı var, nasıl yalnız olabilirsin! O, kimsenin değil, senin. Başkasının olsaydı başkasının içinde olurdu. O bebek, annesinin.’
Sayıklar gibi bir sesle bir şeyler söyledi ama duyamadım ve anladım. Sormadım da. Bazen haline bırakmak en iyisi.
Sümeyra, heyecanlanıyordu, anlamlandıramadığı tüm değişimleri sormak için arıyor, korktuğu anlarda hemen destek istiyordu. Hep telefonun diğer ucunda oldum, muayenelerini hiç aksatmadık. Bebeğin gelişimi sorunsuzdu. 5. ayın sonunda muayenede, çok sık kabus gördüğünü ve bebeğin, babasına da ait olduğunu düşündükçe ondan soğuduğunu söyledi. Bu duygularına dair kurduğu ilk cümleydi. İlk sorusuyla arasında aylar vardı ancak kat ettiğimiz yol yine de güzeldi. Eğer bebeği gerçekten istemediğini fark etseydim ona yasal bir çözüm sunmak için araştırmalarımı derinleştirecektim, ancak görüyordum ki o bebeği istiyordu, heyecanlanıyor ve bunu bastırmak için kendini zorluyordu. Hikayesi derin ve hazindi.
Her şeyi anlattı bana. Suçunu itiraf eden küçük bir çocuk gibi görünüyordu, özür diliyor gibiydi. Demek ki birileri ona kendini hem suçlu hem yalnız hissettirmişti. En büyük ayıbımız buydu işte… Bedenleri sömürülen çocuklarımızın, kendi kendilerine düşman yetiştirilmeleri, ayıplanmaları, dışlanmaları, suçlanmaları, yetmeyince öldürülmeleri… Bu bizim başımızı yüzyıllarca öne eğmeye yeter de artardı.
Burslu olarak okutulduğu lise, köylerinden uzakta, kasabadaydı. Her gün 2 saate yakın gidiş, 2 saate yakın dönüş yolu onu yoruyordu, yatılı kalmak için destek istemişti. Hem masrafları hem de okumasına bile güç bela izin vermiş ailesini ikna etmek için. Kurum, araya girmiş ve aileyi ikna etmişti. Bir pazartesi sabahı evinden eşyalarıyla her tarafı ayrı dökülen servis aracına bindiğinde yalnız olduğunu fark etti. Diğer çocuklar yoktu ve servis her zamanki güzergahında değildi. Sümeyra’nın büyük yalnızlığı başlamıştı bile. Kimsenin sesini duymadığı yerlere götürüldü, oralarda ona tecavüz edildi ve büyük kalabalıklar içinde de olsa kimsenin sesini duymayacağı yerlere geri getirildi. Servis şoförü, başka şehirden gelmiş bir eski hükümlüydü, tecavüz suçundan hüküm giymişti. Sümeyra, ailesine gitmedi. Bu, o güne dek yaptığı en akıllıca şeydi. Doğruca jandarmaya gitmiş, başına gelenleri anlatmış ve kuruma ulaşılmasını sağlamıştı. Adam kısa sürede yakalanıp cezaevine gönderilmiş ve kurum, aileyi Sümeyra’yı himayeleri altına almaya razı etmişti. Çankırı’da bir lisede eğitimine devam etmesi planlanan Sümeyra adet görmeyince, işin rengi anlaşılmıştı ve de renksizliği.
Sümeyra, o gün o araçta son defa yalnız kalmıştı. Bundan sonra, yalnızlık yoktu, hiç olmayacaktı.
Sümeyra, bir daha hiç yalnız olmadı.
Liseyi dışarıdan bitirdi ve açıköğretimde üniversite okumaya başladı.
Sümeyra, bir yalnızlık öyküsü de olabilirdi ancak şükrediyorum ki bir umut öyküsü oldu. O ve Umut bebeği….
Yalnızlık, aslında kız çocuklarımızı sırf bedenlerine kirli eller dokundu diye toprağın altına atanların yalnızlığı, tam da onların layığı!
Yalnızlık Üzerine
Yalnızlık tartışılır. Kimin ne kadar yalnız olduğu, neden yalnız kaldığı. Yalnızlık ikiye ayrılır: seçim olanlar ve kader olanlar. Kader… Daima kafa karıştırıcı. Seçebildiğimiz yolların toplamı değil mi kader? Seçimlerimiz bizimken yaşadıklarımız neden kader… Sürekli sorular doğuran bu karmaşık konudan elimizde olmayan, seçimimiz olmayan yalnızlıklarla ayrılıyorum tam şu anda. Dayatılmış mutsuzluk ve çaresizlik düşündükçe benim içimi acıtan. Sümeyra’nın dayatılmış yalnızlığı beni bir insan olarak utandıran.
Sosyal projelerinde çalıştığım hayır kurumlarında kendini insan hayatına adamış güzel insanlar tanıdım. Bir yerlerde öyle insanların nefes aldığını bilmek beni daima umutlu kılıyor. Çok değer verdiğim bir büyüğümün sesini duydum, bir pazar akşamıydı. Bir yerlere yetişmeye çalışan sesi telefonun diğer ucunda, bir iyiliğin elinden tutmuştu bile, bir güzelliğin… Sümeyra…
Pazartesi günü için randevularımın arasına sıkıştıracağım bir iyilik rica ediyordu benden, samimiydi emrivaki yapıyorum diyordu, hayırlı bir iş için. Ne olduğunu öğrenmeme gerek yoktu, saati kararlaştırdık. Kendisinin gelemeyeceğini, tecavüz sonucu hamile kalmış bir genç kızın ki bu kız 16 yaşındaydı, muayenesini yapmamı istiyordu. Verdiği bilgiler, daha önce duyduklarıma yakın şeylerdi. Ama böyle bir şeye alışılmıyordu ki… Her defasında öfkeleniyordu insan, üzülüyor, acıyor, acıdığı için kendine kızıyordu. Sırasıyla yaptım hepsini.
Ertesi gün kararlaştırdığımız saatte, kurumdan biriyle birlikte geldi Sümeyra. Çelimsiz bir kızdı, esmer, uzun siyah saçlı, kara kaşlı kara gözlü, su gibi bir kız. Odama geçtik birlikte. Çaylarımızı içerken ona başına gelenlerin bahsini açmadım hiç. Hangi biçimde başlarsa başlasın bütün hamilelikler, anneye umut vermeliydi. Bir insanın kötü tohumları, günahsız bir annede o kötü tohumlardan bağımsız iyi bir ürün verebilirdi. Anneye umut ekmek gerekliydi. Bebekler, bir damla halinde rahmimize düşer düşmez bütün hislerimizi paylaşıyorlar bizimle, her duygunun kenarından tırtıklıyorlar biraz. Vitamini proteini tırtıklar gibi… Bizi sömürüyorlar, her anne dünyanın ilk ve tek mutlu sömürgesi…
Sümeyra’ya gebelik sürecinin nasıl gelişeceğinden, beslenmesinde nelere dikkat edeceğinden, bebeğin gelişimin nasıl izleneceğinden, doğum şeklini neyin belirleyeceğinden, olası aksiliklerden, alınabilecek önlemlerden, şaşırtıcı avantajlardan söz ettim. Dinliyordu. Hiçbir şey sormadan, ufacık bir ilgi belirtisi göstermeden. Onu anlıyordum. Zaman lazımdı.
Muayenesine başladık, ultrason bize bebeğin tam olarak kaç haftalık olduğunu söyleyecekti ve düşündüğüm kadar büyüdüyse bebek bize orada olduğunu kendi söyleyecekti. Kalp atışlarıyla… Annesine ‘ben buradayım’ diyecekti.
Ultrason görüntüsüne bakmıyor, etrafı inceliyordu. Sürprizleri severim; sesi dışarı verdim. Güm güm diye bir ses duyuldu ve Sümeyra irkildi. Şaşırmıştı, bu da neydi!
‘Bebeğinin kalbi atıyor duyuyor musun Sümeyra?’
‘Bunlar onun kalbinin mi! Benim sandım, onun mu gerçekten?’
Sorduğu ilk soruydu. Onun dedim, ne kadar güçlü değil mi… İlk defa gülümsedi. Gözlerinden yaş süzüldüğünü görebiliyordum ama sevinç mi üzüntü mü kestirmek zordu.
Yeniden odama geçtiğimizde ona cinsel terapist kimliğimden söz ettim, ekibimden, yaptıklarımızdan, dünyaya getirdiğim bebeklerden… Bana güvenebileceğinden söz ettim.
Yalnızca bebekle değil onunla ilgilenmekten de mutluluk duyacağımı söylediğimde ‘Şimdi böyle söylüyorsunuz, sonra selam vermezsiniz’ dedi. Beklediğim bir yanıt değildi ama ruh halinin en belirgin işaretiydi. Yalnızdı işte. Sümeyra yalnız bırakıldığını düşünerek taşıyordu bu bebeği. Hiçbir anne adayı yalnız olduğuna inanmamalı, içinde bir can varken hem de.
‘Şu ana dek kimler böyle söyleyip sonra selam vermedi bilmiyorum ama onlardan biri değilim Sümeyra. Telefonum 24 saat açık, olur da görüşmede ya da doğumda, ameliyatta olursam aramanı gördüğümde geri dönerim, durum acilse klinikten ya da yardımcımdan ulaşabilirsin. En az bir kişi seninle ilgilenecektir. Asla yalnız değilsin. Ve yalnız olmaman benim burda olmamla ilgili değil. Senin içinde kalbi atan minnacık bir canlı var, nasıl yalnız olabilirsin! O, kimsenin değil, senin. Başkasının olsaydı başkasının içinde olurdu. O bebek, annesinin.’
Sayıklar gibi bir sesle bir şeyler söyledi ama duyamadım ve anladım. Sormadım da. Bazen haline bırakmak en iyisi.
Sümeyra, heyecanlanıyordu, anlamlandıramadığı tüm değişimleri sormak için arıyor, korktuğu anlarda hemen destek istiyordu. Hep telefonun diğer ucunda oldum, muayenelerini hiç aksatmadık. Bebeğin gelişimi sorunsuzdu. 5. ayın sonunda muayenede, çok sık kabus gördüğünü ve bebeğin, babasına da ait olduğunu düşündükçe ondan soğuduğunu söyledi. Bu duygularına dair kurduğu ilk cümleydi. İlk sorusuyla arasında aylar vardı ancak kat ettiğimiz yol yine de güzeldi. Eğer bebeği gerçekten istemediğini fark etseydim ona yasal bir çözüm sunmak için araştırmalarımı derinleştirecektim, ancak görüyordum ki o bebeği istiyordu, heyecanlanıyor ve bunu bastırmak için kendini zorluyordu. Hikayesi derin ve hazindi.
Her şeyi anlattı bana. Suçunu itiraf eden küçük bir çocuk gibi görünüyordu, özür diliyor gibiydi. Demek ki birileri ona kendini hem suçlu hem yalnız hissettirmişti. En büyük ayıbımız buydu işte… Bedenleri sömürülen çocuklarımızın, kendi kendilerine düşman yetiştirilmeleri, ayıplanmaları, dışlanmaları, suçlanmaları, yetmeyince öldürülmeleri… Bu bizim başımızı yüzyıllarca öne eğmeye yeter de artardı.
Burslu olarak okutulduğu lise, köylerinden uzakta, kasabadaydı. Her gün 2 saate yakın gidiş, 2 saate yakın dönüş yolu onu yoruyordu, yatılı kalmak için destek istemişti. Hem masrafları hem de okumasına bile güç bela izin vermiş ailesini ikna etmek için. Kurum, araya girmiş ve aileyi ikna etmişti. Bir pazartesi sabahı evinden eşyalarıyla her tarafı ayrı dökülen servis aracına bindiğinde yalnız olduğunu fark etti. Diğer çocuklar yoktu ve servis her zamanki güzergahında değildi. Sümeyra’nın büyük yalnızlığı başlamıştı bile. Kimsenin sesini duymadığı yerlere götürüldü, oralarda ona tecavüz edildi ve büyük kalabalıklar içinde de olsa kimsenin sesini duymayacağı yerlere geri getirildi. Servis şoförü, başka şehirden gelmiş bir eski hükümlüydü, tecavüz suçundan hüküm giymişti. Sümeyra, ailesine gitmedi. Bu, o güne dek yaptığı en akıllıca şeydi. Doğruca jandarmaya gitmiş, başına gelenleri anlatmış ve kuruma ulaşılmasını sağlamıştı. Adam kısa sürede yakalanıp cezaevine gönderilmiş ve kurum, aileyi Sümeyra’yı himayeleri altına almaya razı etmişti. Çankırı’da bir lisede eğitimine devam etmesi planlanan Sümeyra adet görmeyince, işin rengi anlaşılmıştı ve de renksizliği.
Sümeyra, o gün o araçta son defa yalnız kalmıştı. Bundan sonra, yalnızlık yoktu, hiç olmayacaktı.
Sümeyra, bir daha hiç yalnız olmadı.
Liseyi dışarıdan bitirdi ve açıköğretimde üniversite okumaya başladı.
Sümeyra, bir yalnızlık öyküsü de olabilirdi ancak şükrediyorum ki bir umut öyküsü oldu. O ve Umut bebeği….
Yalnızlık, aslında kız çocuklarımızı sırf bedenlerine kirli eller dokundu diye toprağın altına atanların yalnızlığı, tam da onların layığı!