Bedenlerimizin birbirini arzuladığı kadar arzuluyor mudur ruhlarımız da birbirini?
Yoksa dünyanın gelgeçliğinde yorulmakla mı kalıyoruz sevişip didişerek? Dinlenmek biz aciz kullar için o kadar zor mu sahiden? Birbirimizden doğabilen bizler, birbirimizden doğurabilen bizler, birbirimizde neden dinlenemiyoruz?
‘Kimin acısı oldun?’ diye sormuştu bana biri bir vakit. Tanımadığım biri, kaybetmiş biri, yitmiş ve ait olmadığı yerlere savrulmuş biri. Düşünmüştüm, ‘vardır elbet üzdüğüm birileri, istemeden de olsa’. Cevabım gülünç gelmişti ‘Kimse kimseyi istemeden üzmez. Dünyada en kolay şey birini üzmemek’. Anlamadım o vakit. Uzunca bir vakit anlamadım. ‘Kimi seversin en çok?’ diye sormuştu bir de. Sıralayıvermiştim anamdan babamdan başlayıp, o zaman çocuklar yok, eşimi de katıp dostlarıma vardırıp. ‘Yanlış’ demişti ‘insan bilmese de en çok kendini sever, başkasını üzmemiz hep bundan’ .
Eğrisi var, yanlışı var muhakkak, her fikrin olduğu gibi bunun da. Oysa şimdi içindeki doğruları görüyorum ben. Çok seviyoruz kendimizi. Kötü şey değil de başkalarını sevmeyi unutur gibiyiz sanki. Kişisel gelişim öğretileri bize kendimizi gereğinden fazla mı hatırlattı ne… Nasıl mı bitirmişti, şöyle;
‘Kimin dermanı oldun diye sorsam sayar sayar bitiremezdin. Kimin acısı oldun deyince susuyorsun belli belirsiz. Kimi seversin en çok deyince kendin hariç herkesi sayıyorsun, kendini bu kadar sevmesen kimi üzdüğünü dört gözünle görürdün’ Dedim ya o vakit çok anlamadım. Hak da vermedim pek. Olsa olsa duygularıyla fikirleri mecburen yer değiştirmiş, aklı biraz karışmış birinin cümleleri. Şimdi ki aklımla anlıyorum onu. Bize kendimizi hatırlatmak istemesini, bize her şeyi tadınca yapmamızın kıymetini anlatmasını anlıyorum. Kendimize fazla döndüğümüz için üzüldüğünü görüyorum şimdi.
Ruhlarımız birbirimizi arzuluyor, bedenlerimizden de fazla. Birbirine merhem olmayı aklına bile getirmeyen ayaklı yaralar gibiyiz. Dümdüz akan bir zamanın mekaniğindeki küçük çarklar, karmaşık haller gibiyiz. Birbirine sürttükçe kıvılcım çıkartan taşlar gibiyiz. Biraz dursak durulsak, boğulurken birbirimizi çekmesek aşağı, sığacağız oysa dünyayı. Kendimizi severken başkalarını sevmeyi unutmasak. Ve dinlendirsek birbirimizi geçici birer misafir gibi. Yaşamın hakkını verebilmek için ölümü unutmasak….
Yaşıyor mu, bilmiyorum. Bir daha karşılaşmadık. Ama her nerede, hangi koşullar altındaysa da duyacağına, hissedeceğine inanıyorum; Ben seni anlıyorum. Kendimle birlikte başkalarını sevmeyi unutmamaya çalışıyorum. Ve başkalarını severken de kendimi. İyiliklerimi yapıp denize atmaya, kötülükleri elimin tersiyle itmeye çalışıyorum zorluğuna da gerekirse katlanıp. İstemeden üzdüğüm kimse yok. İstemiyorsam üzmüyorum. İstemiyorsam üzülmüyorum bile, kimsenin acısı olmuyorum. İnsan kainatta olsa olsa bir zerre…
Demem o ki; ruhlarımız da arzuluyor birbirini, dinlenmek mümkün birbirinde, yemeden birbirini. Ölümü unutmadan ve yaşamdan vazgeçmeden. Mümkün biliyorum, kendini lüzumundan fazla önemsemeden.
Bedenlerimizin birbirini arzuladığı kadar arzuluyor mudur ruhlarımız da birbirini?
Yoksa dünyanın gelgeçliğinde yorulmakla mı kalıyoruz sevişip didişerek? Dinlenmek biz aciz kullar için o kadar zor mu sahiden? Birbirimizden doğabilen bizler, birbirimizden doğurabilen bizler, birbirimizde neden dinlenemiyoruz?
‘Kimin acısı oldun?’ diye sormuştu bana biri bir vakit. Tanımadığım biri, kaybetmiş biri, yitmiş ve ait olmadığı yerlere savrulmuş biri. Düşünmüştüm, ‘vardır elbet üzdüğüm birileri, istemeden de olsa’. Cevabım gülünç gelmişti ‘Kimse kimseyi istemeden üzmez. Dünyada en kolay şey birini üzmemek’. Anlamadım o vakit. Uzunca bir vakit anlamadım. ‘Kimi seversin en çok?’ diye sormuştu bir de. Sıralayıvermiştim anamdan babamdan başlayıp, o zaman çocuklar yok, eşimi de katıp dostlarıma vardırıp. ‘Yanlış’ demişti ‘insan bilmese de en çok kendini sever, başkasını üzmemiz hep bundan’ .
Eğrisi var, yanlışı var muhakkak, her fikrin olduğu gibi bunun da. Oysa şimdi içindeki doğruları görüyorum ben. Çok seviyoruz kendimizi. Kötü şey değil de başkalarını sevmeyi unutur gibiyiz sanki. Kişisel gelişim öğretileri bize kendimizi gereğinden fazla mı hatırlattı ne… Nasıl mı bitirmişti, şöyle;
‘Kimin dermanı oldun diye sorsam sayar sayar bitiremezdin. Kimin acısı oldun deyince susuyorsun belli belirsiz. Kimi seversin en çok deyince kendin hariç herkesi sayıyorsun, kendini bu kadar sevmesen kimi üzdüğünü dört gözünle görürdün’ Dedim ya o vakit çok anlamadım. Hak da vermedim pek. Olsa olsa duygularıyla fikirleri mecburen yer değiştirmiş, aklı biraz karışmış birinin cümleleri. Şimdi ki aklımla anlıyorum onu. Bize kendimizi hatırlatmak istemesini, bize her şeyi tadınca yapmamızın kıymetini anlatmasını anlıyorum. Kendimize fazla döndüğümüz için üzüldüğünü görüyorum şimdi.
Ruhlarımız birbirimizi arzuluyor, bedenlerimizden de fazla. Birbirine merhem olmayı aklına bile getirmeyen ayaklı yaralar gibiyiz. Dümdüz akan bir zamanın mekaniğindeki küçük çarklar, karmaşık haller gibiyiz. Birbirine sürttükçe kıvılcım çıkartan taşlar gibiyiz. Biraz dursak durulsak, boğulurken birbirimizi çekmesek aşağı, sığacağız oysa dünyayı. Kendimizi severken başkalarını sevmeyi unutmasak. Ve dinlendirsek birbirimizi geçici birer misafir gibi. Yaşamın hakkını verebilmek için ölümü unutmasak….
Yaşıyor mu, bilmiyorum. Bir daha karşılaşmadık. Ama her nerede, hangi koşullar altındaysa da duyacağına, hissedeceğine inanıyorum; Ben seni anlıyorum. Kendimle birlikte başkalarını sevmeyi unutmamaya çalışıyorum. Ve başkalarını severken de kendimi. İyiliklerimi yapıp denize atmaya, kötülükleri elimin tersiyle itmeye çalışıyorum zorluğuna da gerekirse katlanıp. İstemeden üzdüğüm kimse yok. İstemiyorsam üzmüyorum. İstemiyorsam üzülmüyorum bile, kimsenin acısı olmuyorum. İnsan kainatta olsa olsa bir zerre…
Demem o ki; ruhlarımız da arzuluyor birbirini, dinlenmek mümkün birbirinde, yemeden birbirini. Ölümü unutmadan ve yaşamdan vazgeçmeden. Mümkün biliyorum, kendini lüzumundan fazla önemsemeden.