İlk aylar mideniz bulanır, içiniz dışınıza çıkana kadar kusarsınız. Bütün dünya kokmaya başlar, burnunuzun yerinde küçük bir tazı burnu gelmiş gibidir adeta hassasiyet hat safhada. Hani aşerme filan kabul edelim abartılısı biraz kapris ama canımızdan can taşıyoruz değişik isteklerde bulunmak da normal. Olmadık mevsimlerde olmadık gıdalar tüketmeye başlanır.
Aylar geçip de içinizdeki küçük canlı hareketlenmeye başladığında sürekli eliniz karnınızda hareket takibindesinizdir. ” bak kıpırdadı, tekme attı, futbolcu mu olacak benim oğlum, bu kız kesin dansçı olur, kıpır kıpır maşallah” yorumları ile her kadın büyüyen karnıyla aşk yaşamaya başlar. Konuşur sohbet edersiniz, dertleşir masal okur, kitap okursunuz günler günleri kovalar ve sonunda zamanı gelir.
Nihayet gerçekten kucağınıza alacaksınız bebeğinizi, öpüp koklayacak, emzirip doyuracak ve kollarınızda sımsıkı saracaksınız onu. Beklemek yok artık, hasret bitti. 9 ay süren koruyup kollama sürecinden sonra aslında hiç bitmeyecek yeni bir dönem başlayacak ve hayatınız boyunca hep ‘O’nu koruyup kollayacak ve onun için endişe edeceksiniz.
Artık siz annesiniz!Sızlayan göğsünüzde canınızı acıtsa da emzirerek doyurduğunuz, geceler boyu uykusuz kaldığınız, hastalığı, okulu, ilk aşk acıları, ergenlik bunalımları derken ömrünüzü ömrüne kattığınız gözünüzden sakındığınız yavrunuzu daha gençliğinin baharında gömeceğinizi nereden bilebilirdiniz. Bilseniz kurşunlara siper, yıkılan duvarlara engel olurdunuz.
Zordur anne olmak, emek ister aslında cesaret ister biraz da ne de olsa dünyanın en önemli sorumluluğudur, can yetiştirmek bu dünyada.
Şimdi canımız yanıyor ardı ardına gelen felaketlerde. Bir gün terör diyoruz bir gün deprem. Yunus 13 yaşındaydı internette oyun oynamak için gitmişti o yere, gözlerinde umut hatırladınız mı o tek kare fotoğrafı. Enkazdan çıktıktan sonra minik bedeni dayanamadı. Serhat 10 yaşındaydı onu da kaybettik… Sonra Azra’ya sevindik o daha 16 günlük minik bir beden. 2 gün kalmıştı enkazın altında annesi emzirerek beslemişti onu yıkılan duvarların altında. Merak ve umutla sağlığındaki gelişmeleri izliyoruz televizyonlardan… Yeni umutlu haberlerin merakıyla göz atıyoruz gazetelere. Kaç gün olmuştu ki askerlerimizi kaybedeli, haber vermek için gönderilen askerleri gördüklerinde fenalaşan annelerin haberlerini kaç gün önce okumuş, televizyon ekranlarında görmüştük. İncinmesinden korktuğu için bisiklete bindirmediği evladını vatan toprağına şehit veren annenin feryadı yüreklerimizi burkarken üstüne bir de deprem.
Anneler ağlar, cenneti ayaklarının altında sandığımız asıl cennet sıcak göğüslerine başımızı yaslayıp saçlarımızı koklayan, okşayıp öpen anneler kara topraklara bağrını basıp ağlar. Zordur anne olmak hamilelik ile başlayıp mezara gidene kadar devam eder ve hiçbir anne canını toprağa vermek istemez. Bebeğinin ağlamadan ihtiyaçlarını hisseden, uzaklarda olduğunda göğsümde bir sızı var yavrum nasılsın diye telefona sarılan anneler hakları ödenmez. Gözyaşlarını silmek için, acılarını dindirmek için özürler yetmez.
Anne Olmak
İlk aylar mideniz bulanır, içiniz dışınıza çıkana kadar kusarsınız. Bütün dünya kokmaya başlar, burnunuzun yerinde küçük bir tazı burnu gelmiş gibidir adeta hassasiyet hat safhada. Hani aşerme filan kabul edelim abartılısı biraz kapris ama canımızdan can taşıyoruz değişik isteklerde bulunmak da normal. Olmadık mevsimlerde olmadık gıdalar tüketmeye başlanır.
Aylar geçip de içinizdeki küçük canlı hareketlenmeye başladığında sürekli eliniz karnınızda hareket takibindesinizdir. ” bak kıpırdadı, tekme attı, futbolcu mu olacak benim oğlum, bu kız kesin dansçı olur, kıpır kıpır maşallah” yorumları ile her kadın büyüyen karnıyla aşk yaşamaya başlar. Konuşur sohbet edersiniz, dertleşir masal okur, kitap okursunuz günler günleri kovalar ve sonunda zamanı gelir.
Nihayet gerçekten kucağınıza alacaksınız bebeğinizi, öpüp koklayacak, emzirip doyuracak ve kollarınızda sımsıkı saracaksınız onu. Beklemek yok artık, hasret bitti. 9 ay süren koruyup kollama sürecinden sonra aslında hiç bitmeyecek yeni bir dönem başlayacak ve hayatınız boyunca hep ‘O’nu koruyup kollayacak ve onun için endişe edeceksiniz.
Artık siz annesiniz! Sızlayan göğsünüzde canınızı acıtsa da emzirerek doyurduğunuz, geceler boyu uykusuz kaldığınız, hastalığı, okulu, ilk aşk acıları, ergenlik bunalımları derken ömrünüzü ömrüne kattığınız gözünüzden sakındığınız yavrunuzu daha gençliğinin baharında gömeceğinizi nereden bilebilirdiniz. Bilseniz kurşunlara siper, yıkılan duvarlara engel olurdunuz.
Zordur anne olmak, emek ister aslında cesaret ister biraz da ne de olsa dünyanın en önemli sorumluluğudur, can yetiştirmek bu dünyada.
Şimdi canımız yanıyor ardı ardına gelen felaketlerde. Bir gün terör diyoruz bir gün deprem. Yunus 13 yaşındaydı internette oyun oynamak için gitmişti o yere, gözlerinde umut hatırladınız mı o tek kare fotoğrafı. Enkazdan çıktıktan sonra minik bedeni dayanamadı. Serhat 10 yaşındaydı onu da kaybettik… Sonra Azra’ya sevindik o daha 16 günlük minik bir beden. 2 gün kalmıştı enkazın altında annesi emzirerek beslemişti onu yıkılan duvarların altında. Merak ve umutla sağlığındaki gelişmeleri izliyoruz televizyonlardan… Yeni umutlu haberlerin merakıyla göz atıyoruz gazetelere. Kaç gün olmuştu ki askerlerimizi kaybedeli, haber vermek için gönderilen askerleri gördüklerinde fenalaşan annelerin haberlerini kaç gün önce okumuş, televizyon ekranlarında görmüştük. İncinmesinden korktuğu için bisiklete bindirmediği evladını vatan toprağına şehit veren annenin feryadı yüreklerimizi burkarken üstüne bir de deprem.
Anneler ağlar, cenneti ayaklarının altında sandığımız asıl cennet sıcak göğüslerine başımızı yaslayıp saçlarımızı koklayan, okşayıp öpen anneler kara topraklara bağrını basıp ağlar. Zordur anne olmak hamilelik ile başlayıp mezara gidene kadar devam eder ve hiçbir anne canını toprağa vermek istemez. Bebeğinin ağlamadan ihtiyaçlarını hisseden, uzaklarda olduğunda göğsümde bir sızı var yavrum nasılsın diye telefona sarılan anneler hakları ödenmez. Gözyaşlarını silmek için, acılarını dindirmek için özürler yetmez.